Belki kırk yıl, belki de daha fazla.
Kahve bahane aslında, önemli olan sahip olduğun dostluğu
yitirmemektir ömür boyunca.
Mükellef bir sofrada, şahane lezzetlerle donanmış masadan;
yemeklerimizi yedikten sonra salondaki koltuklara kurulmuştuk ki sohbetimize
burada devam etmek niyetindeydik.
Ne harikaydı lezzetler, anlatamam şimdi! Söz aldım,
tariflerin hepsini verecek ve ben bir bir sizlere yansıtmaya çalışacağım.
Bir elinde ibrik, bir elinde iki kulpsuz koni biçiminde
fincanla beliriverdi önümde.
- Aaaa bende de var bu fincanlardan! Diye çığlığı basıverdim
gayriihtiyarî.
- Peki, ne yaptın onları?
- Bilmem!! İlk evlendiğim yılda hediye gelmişti. Kimse
itibar etmedi. Pek küçük bunlar, dediler. Unutuldular gitti dolabın kuytu bir
köşesinde!
Hakikaten, ne oldular bilmiyorum! Çok uzun yıllar geçti
aradan, en az 10 kez de ev taşıdık. Taşınma esnasında nerelere atıldılar, kayboldular
bilmiyorum.
Elindeki ibrikten fincana o özel fincana bir iki yudumluk
kahve damlatıp, içmem için sundu.
Acıydı. Köpüksüz, şekersiz ve buruk ama damakta iz bırakan
bir tadı vardı. O da ne yabancı olmadığım ve çok sevdiğim bir koku ve tat geldi
içim anında.
-Bunun içinde kakule var! Dedim.
-Nasıl bildin? Diye sordu. Şaşırma sırası bu kez ona
gelmişti.
-Çok severim kakuleyi, her gün bir iki tane çiğnerim.
- Hadi kakuleyi tanıdın ama bilmediklerin vardır daha! Sakın
fincanı sehpaya bırakma!
-Bu kez ben afalladım!
- Niye?
‘’Bu bizim yörede; Mardin ve Urfa yörelerinde özeldir. Mırra
ikram etmek bile özel kişilere hastır. Geleneksel bir ikramımızdır.
Genelde, mangalda 6 ya da 7 saat süresince kaynatarak,
damıtarak, dinlendirerek hazırlar ve sunarız.
Tabii buralarda uygulamada eksiklerimiz var ama ben iki
cezvede kaynatıyor, cezveden cezveye tülbentten süzerek hazırlıyorum.
Dinlendiriyor, kaynatıyorum. Arada sırada mutfağa gittikçe hazırladım.
Aslında; bizim oralarda, gümgüm adı verilen özel kapaklı
cezvelerde pişirilir.
Her evde mırra pişirmek için özel imal edilmiş mangal, maşa,
kürek, boy boy gümgümler, ibrikler ve cezveler vardır.
Mırra fincanları da özeldir ve konuklara sıra ile ikram
edilir. Asla bu fincanlar tepsiye konulmaz. İkram edilen fincanı eline alan
konuk, fincanı elinde çevirerek içer ve ev sahibine elden geri verir. Ev sahibi
de diğer konuğa ikram eder.
Konuk, fincanı ev sahibine vermeyip de es keza yere
bırakmaya kalkarsa eğer ceza olarak o fincanı altınla doldurmak zorundadır!
Mırra öyle her gün içtiğin kahveye benzemez. Hazırlaması,
sunumu ve içimi çok özel bir şölendir.’’
İçtiğimiz mırranın eşliğinde, mırranın özelliklerini
öğrendim, arkadaşımdan ve sizlere yansıtmaya çalıştım bu nadide kahvenin
güzelliğini.
Mırra fincanını sehpaya bırakır mıyım hiç? Hele de altının
tavan yaptığı bu günlerde!
Bu arada kaç fincan mırra içtiğimi de saymadım zira bir iki
yudumda tükeniveriyordu fincandaki kahve.
Zaten konuk kâfi demedikçe de ikram devam edermiş.
Ve o muhteşem lezzetin tadı damağımda kaldı desem yalan
söylememiş olurum.
Arkadaşıma bu özel şölen için teşekkür ederken, dostluğun,
kıymet bilende yüceliğinin de sırrına eriştim sayesinde.
‘’Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı var’’ derler.
Gönül ne hissederse güzel eyler.
Sevgi, hoşgörü, vefa dostluğu baki eyler.
Saygı ve sevgiler.
Ayşen Arslangiray Kura
8.02.2012/İzmir