28 Şubat 2016 Pazar

Bugün ne pişirelim? Sürpriz bohçalar…




Sürpriz bohçalar, bana tam bir sürpriz yapıp, bir tuşla yazdığım tüm tarifi bir anda uçurdular! Kaderde bir kez daha yazmak varmış!
Bir Pazar günü, Güneşi ve ılık havayı görüp de pikniğe falan gitmeye niyetlenmediyseniz eğer, sevdiklerinize lezzetli bir sürpriz yapmanın vaktidir derim.
Efendimmm, ilk önce malzeme listesini takdim etmekle işe başlayayım. Bir daha silinmez ise yapılışını da anlatırım. Nasip kısmet artık.

Malzemeler;
3 adet yufka
2 tavukgöğsü
1 havuç
1 orta boy patates
1 çay bardağı haşlanmış bezelye
1 orta boy soğan
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı kekik
1 çay kaşığı kimyon
1 çay kaşığı çörek otu
1 yumurta sarısı
3-5 dal maydanoz
3 çorba kaşığı zeytinyağı (veya arzuya göre sıvı yağ, tercih sizin) Ben özellikle zeytinyağı kullanıyorum yemeklerde. Hoş, uçan yollar, çift gidiş dönüşlü otoyollar yapacağız derken 700 bin zeytin ağacını ‘’anıt falanmış, bin yıllıkmış’’ demeden kesip atmışız ya! Bundan sonra zeytinyağını ilaç niyetine kullanacakmışız ya! Dipnot olarak kalsın aklınızda! Bizim yollarımız var! Neyse dönelim tarife!

Genelde yemek yaparken birkaç tavayı aynı anda kullanmak gibi bir huyum var, daha kolay ve pratik oluyor. Öncelikle, kuşbaşı olarak doğranmış tavuk etlerini derince bir tavada,  baharatların da katılımı ile hızlı ateşte kavurmaya başlayınız. Etin hızlı ateşte kavrulması, etin suyunun içinde hapsedilmesine ve suyunu yitirmeyen etin lezzetini daha fazla muhafaza etmesini sağlar. Lezzetli et yemeklerinde işin sırrıdır. Aklınızın bir köşesinde bulunsun. 

Etler kavrula dursun, bir başka tavada minik minik ve küp küp doğranmış havuçlar ile patatesleri ve haşlanmış bezelyeleri, bir kaşık yağ ile sotelersiniz.

Bu arada kavrulan ve kızarmaya başlayan etlerin içine 2 kaşık yağ ile incecik doğranmış soğanları da katarak, bir müddet de onlarla kavurup, daha sonra da sotelenen malzemeleri de katarak, tavanın üstünü kapatıp, dinlenmeye bırakınız.

Hazırlamış olduğunuz iç malzeme dinlenirken, yufkaların yarısına fırça yardımıyla biraz yağ sürüp yarım ay şeklinde ikiye katlayıp, o yarım ayı da 2 eşit parçaya ayırınız. Hazırladığınız iç malzemeyi, yufkaların ortasına yerleştirip, bohça şeklini verdikten sonra, birer maydanoz sapı ile bağlayarak, içine yağlı kâğıt serilmiş tepsiye diziniz. Bohçaların üzerine yumurta sarılarını sürüp, çörek otu ile süslemeyi de unutmayınız.

Daha önceden ısıtılmış fırında, 180 derecede yaklaşık 35- 40 dakika da pişen sürpriz bohçaları, sevdiklerinize sunarsınız.
Biraz emek isteyen bir yemek gibi görünmekle beraber, sonucu ve sunumu muhteşem…
Sevdiklerinize sürpriz yapmak istemez misiniz?

Hadi ne duruyorsunuz?

Sofralarınız bereketli, tarifkârınız Ayşen olsun.
Sevgiyle kalın…

Ayşen Arslangiray





3 Ekim 2013 Perşembe

<style>.ig-b- { display: inline-block; }
.ig-b- img { visibility: hidden; }
.ig-b-:hover { background-position: 0 -60px; } .ig-b-:active { background-position: 0

10 Nisan 2012 Salı

Ege usulü; Zeytinyağlı yaprak sarması

http://blog.milliyet.com.tr/ege-usulu--zeytinyagli-yaprak-sarmasi/Blog/?BlogNo=357804


Yine yeşillendi badem ağaçları.
Yaz mı gelecek acep?
Yine çiçeklendi ayva dalları.
Yine filizlendi üzüm bağları.
Zaten hep yeşildi çam yaprakları.

Asma dalları filizlendi ya birkaç güne kadar, tabii takriben on, on beş güne kadar, pazar tezgâhlarını süslemeye başlar taze yapraklar. Taze yaprak ile yapılan sarmaların da tadına doyum olmaz.

Bugün yaprak sarmasını tarif edeyim dedim, sizlere hani bilenleriniz vardır da bu Ege usulü. Ege’nin tazecik yaprakları ve yeşilliklerinin katkısıyla. Yapması pek zahmetli, yemesi de bir o kadar kolay ve de zevkli.
Taze yaprakları ilk önce teker teker yıkamalı ve bir süre sirkeli suda bekletmelisiniz. Zira üretici, böcek ve haşereye karşı, kükürt ve göztaşı ile ilaçlamakta. Hani durduk yerde lüzumsuz yere kimyasal almayın derim. Gerçi artık ne sebze veya ne et yiyeceğimizi de şaşırmış durumdayız. GDO, antibiyotik, böcek ilaçları ile takviye edilmiş yiyecekleri duyduktan sonra insanın aç gezesi geliyor. Nefis bu, kör nefis. Açlıkla da terbiye edilemiyor ki!!!

Malzemeler;
1 kilo taze asma yaprağı,
3 bardak pirinç,
2 baş kuru soğan,
2 fincan zeytinyağı,
6 adet ince kıyılmış taze soğan,
Yarım demet ince kıyılmış maydanoz,
Yarım demet ince kıyılmış taze nane,
2 adet ince kıyılmış taze sarımsak,
2 kaşık domates salçası,
2 adet rendelenmiş domates,
1 çay kaşığı tuz,
1 çay kaşığı karabiber,
1 çay kaşığı toz şeker,
Sosu için;
1 limonun suyu,
1 fincan zeytinyağı,
1 çorba kaşığı kırmızı pul biber(istenirse acı olabilir)

Yıkanıp, sirkeli suda bekletilen yaprakları, tuzlu suda  çok az haşlayıp süzgüye alıp, süzülmesi için bekletelim. Bu arada iç malzemesini hazırlamaya başlayalım. Genelde malzemeleri çiğden koymayı tercih eder Egeliler ama ben kuru soğanları ince ince kıyıp zeytinyağında ama yağı yakmadan hafifçe kavurmayı ve yıkanarak süzülen pirinçler ile de ateşte bir iki çevirmeyi tercih ediyorum. Soğanın acılığını yemeğe vermemesi açısından. Zira ateşi gören soğan tatlanıyor.

Daha sonra geniş ve yayvan bir kaba bu kavrulan soğan ve pirinçleri koyarak, biraz ılınınca içerisine diğer malzemeleri de karıştırıyoruz. Üzerine de 1 bardak su ilave ediyoruz.

Sarma işlemine başlamadan önce; yaprakların saplarını temizleyerek, sarmayı pişireceğiniz tencerenin dibine sıralar ve üzerlerini yapraklarla kaplayarak, sardığınız sarmaları da üzerine dizer iseniz çok nefis bir tat alacağını bilmelisiniz. Ne kadar püf noktası varsa verdim ahhh bana sır kalmadı;)))

Bizim buralarda ‘’Ben kalem gibi yaprak sararım’’ diye öğünür hanımlar. Kalem var, kalem var! Kalemden kaleme fark var. Kimi kurşun kalem gibi sarar, kimi ben gibi dolma kalem misali. İnanın çok ince olduğu zaman da sade yaprak yer gibi hissediyor insan kendini. Eee o kadar iç hazırladık, tadı gelmesin mi insanın damağına değil mi ya! Tercih meselesi. Ben tarifi verdim, nasıl ister iseniz öyle sarın.

Tepsinin içine yaydığınız veya elinizde sardığınız yaprakları, sardıktan sonra; tencereye sıralayıp, üzerine ağırlık yapması için bir tabak veya tercihan toprak güvecin kapağını koyun. Sarmaları örtecek kadar da su ilave edin ve yeşil erikleri tencerenin kenarına sıralayın ve kapağını kapatın. İlk 5 dakika hızlı ateşte daha sonra da çok kısık ateşte pişmesini bekleyin.

Bitti sanmayın!!! Daha bitmedi…

Suyunu çekip pişen sarmaların üzerindeki tabağı kaldırın ve hazırladığınız, yağlı, limonlu, biberli sosu iyice çırpıp, kaşıkla sarmaların üzerine dağıtın ve kapağını tekrar kapatarak demlenmeye bırakın.
Soğuyan sarmaları, yemek saatine yakın bir zamanda servis tabağına sıralayarak, limon dilimleri ile süsleyin ve sevdiklerinize sunun. Bu arada bu denli uğraş sonunda, övgüyü hak ettiğinizi de bilin. Ellerinize sağlık…

Sofralarınız bereketli ve şen, tarif kârınız Ayşen,
Afiyet şeker olsun.


Ayşen Arslangiray Kura
11 Nisan 2012/ Kuşadası




24 Mart 2012 Cumartesi

Ali Nazik onun adı, damaklarda iz bırakır leziz tadı

http://blog.milliyet.com.tr/ali-nazik-onun-adi--damaklarda-iz-birakir-leziz-tadi/Blog/?BlogNo=354829




Bildik, bilindik Ali Nazik tariflerinden farklı bir tarif vermek niyetindeyim bugün ama tabii ki Ali Nazik yemeğinin aslını bozmadan! Hanımlar zaman zaman ’’Ah, aman, bugün acaba ne yemek yapsam?’’ diye kafa yorarken, yaratıcılıklarını da dökerler ortaya ve değişik yemekler ve tarifler çıkar karşımıza.

Bugün ki yemek tarifim de işte öyle bir şey!

Ah, ah biz ülke insanımız için ekmek çok önemli bir besindir. Hem çok tüketir o oranda da bir o kadar da israf ederiz. Dünya ülkelerinde nice insanlar açlıkla mücadele ederken, bayatlayan ekmekleri sağlıklı koşullarda muhafaza etmeyi ihmal eder, buzdolabında koruyup veya fırınlayıp galeta unu haline getirebileceğimizi bildiğimiz halde; naylon torbaya koyar, kendi kaderi ile baş başa bırakıp, küflenip atılmasına sebep oluruz.

Hele eskiden ekmeklerin altına imal eden fırının adının yazılı olduğu etiketler yapıştırılırdı. Bu etiketler yüzünden kilolarca ekmek çöpe atılırdı, neyse ki bu uygulamadan vazgeçildi. Yine de ekmeği israf etmeye devam etmekteyiz.

Şimdi niye bu kadar ekmek lafı ettin diyeceksiniz! Ali Nazik’i bayat ekmekle yapacağız da ondan!
Ali Nazik, Ala nazik veya eli nazik olarak da adlandırılan, Güneydoğu Anadolu kentlerimizde çokça yapılan ve Gaziantep ilimizin yöresel yemekleri listesinde, ilk sıralarda yer alan bu yemeğin adının,  bir rivayete göre; Yavuz Sultan Selim’in beğenisinden geldiği söylenmektedir.

Malzeme listesi: ( 4 kişilik)

300 gr. Kıyma( koyun-dana karışık)
3 adet iri bostan patlıcanı,
250 gr. Süzme yoğurt,
8 adet bayat ekmek dilimi,
3 kaşık tereyağı,
2 domates,
2 adet yeşilbiber,
1 çorba kaşığı kırmızı pul biber,
1 çay kaşığı tuz,
1 çay kaşığı karabiber,
Yarım demet maydanoz,

Bostan patlıcanlarını közlemekle başlayalım işe. Közlenen patlıcanları kabuklarını soyduktan sonra bıçak ile kıyalım. Ve bir tavada 1 kaşık tereyağı ile çevirelim. Bu arada başka bir tavada da küp küp doğranmış bayat ekmekleri de yine bir kaşık tereyağı ile kızarmaya başlayalım.  Bir başka kapta da içine çok az su katılmış kıymayı suyunu çektikten sonra,  yine tereyağı ile kavuralım ama kıymanın kıtır kıtır olmamasına dikkat edelim. Kavrulan kıymaya doğranmış bir domates ile halka halka kesilmiş biberler ile kırmızı pul biberi, karabiberi ve en son tuzunu ilave edelim.

Malzemeler kavrulurken, süzme yoğurdu su ile biraz akışkan bir hale getirip, iyice ezilmiş sarımsakları yoğurdun içine katalım… Ve tavada yağda çevrilmekte olan patlıcanların altındaki ateşi kapatıp, yoğurdu içerisine katalım. (Yoğurt kesilmesin diye dikkat edelim.)

Şimdi sıra geldi servis tabaklarını hazırlamaya; Servis tabaklarına ilk önce tereyağında kızarttığımız ekmekleri eşit miktarda yayalım. Üzerine yoğurtladığımız patlıcanları, en üst kısma da kavurup baharatlarla tatlandırdığımız kıymayı yerleştirip, en son doğranmış maydanoz ile süsleyerek, sıcak olarak sofrada sevdiklerimize servis edelim.

Bu mevsim bostan patlıcanını bulmak zor derseniz ki haklısınız o halde mor abiyelinin bollaştığı zamanda ilk yapacağınız yemekler listesinde olmasını dilerim bu tarifin. Yazdan közleyerek, derin dondurucuda muhafaza ettiğim için malzeme sıkıntısı yaşamamaktayım diyeceğim ama bu aylardan sonra da yaz sebzelerinin, kışa nasıl hazırlandığını ve muhafaza edildiğini zaman zaman burada sizlere anlatmak dileğindeyim.

Sofralarınız şen ve bereketli, afiyet şeker olsun.

Sevgi ve saygılarımla.

Ayşen Arslangiray Kura
23 Mart 2012/İzmir


7 Mart 2012 Çarşamba

Bugünün menüsünde PERDE PİLAVI var!!! Beyler aşçı Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun




Haydi Beyler!!!
Bu gün sıra sizde! Doğru mutfağa!!!
Hani bugün ‘’Dünya Kadınlar Günü’’ ya!
Yemek, bulaşık bir gün olsun, bu gün de sizden olsun!
Bugün vereceğim tarif size! Hadi kolları sıvayın, başlayın!
‘’PERDE PİLAVI ‘’ yemeğin adı.
Babaannemin tarifi ve uygulaması, hem çok leziz, hem de çok anlamlı.

Malzemeler;

2 adet tavuk göğüs eti,
2 çorba kaşığı tereyağı,
1 fincan sıvı yağ,
3 su bardağı pirinç,
1 su bardağı badem,
1 fincan çam fıstığı,
1 çorba kaşığı kuş üzümü  
1 çay kaşığı tane karabiber,
 1 çay kaşığı tuz,
Perdesi için: 2 bardak un, 2 yumurta sarısı, 1 fincan badem. Ya da bir adet hazır yufka.

Babaannem Çerkez bir anne ile Kırım tatarı bir babanın kızı idi. Dilinden bal, ellerinden lezzet damlardı. 13 yaşında gelin, 14 yaşında anne olmuştu. Ömrü hep mutfakta geçmişti ve şahane yemek yapardı. Yaptığı yemeklerin de zaman zaman anlamlarını anlatır ve sevdiklerine öyle sunardı.
Bu pilavın da apayrı bir anlamı var. Ailemizde; hep önemli günlerde, düğün yemeklerinde, bayramlarda, yılbaşlarında; hele de ‘’Çerkez tavuğu’’nun yanında, lezzet şölenlerinin başköşesinde yer alır. ( Birazdan anlatacağım.)

Şimdi başlayalım, yemeğin hazırlanma safhasına.
İlk önce derin bir tencerede tavuğu haşlayarak başlıyoruz işe. Haşlanan tavuğu sonra ince ince liflere ayırıp, bir köşede sırasını beklemeye bırakıyoruz.

Sıcak su ve tuz ile yarım saat önceden de pirinci ıslatıyoruz.

Kuşhane tabir ettiğimiz pilav tenceresinin içinde önce bademleri kavuruyoruz tereyağı ve sıvı yağ ile bademler kavrulunca, kavurmaya devam. Bu kez bademlerin yanına çam fıstıklarını ilave ediyoruz altın sarısı bir renk alıncaya değin. Sonra, pirinçleri soğuk suda iyice nişastası akıp, billur hal alıncaya kadar yıkayıp, tenceredeki bademler ile fıstıkların yanına ilave ediyor ve biraz daha kavurup, üzerine iki bardak sıcak su koyuyoruz. Bu arada kuş üzümleri, tane karabiberleri ve tuzu da ekleyip, kuşgözü kadar hafif ocak alevinde pişmeye bırakıyoruz.

Pilav pişe dursun. 2 bardak un ve 2 yumurta sarısı ve de az tuz ilavesiyle açarken zorlanmayacağımız yumuşaklıkta bir hamur tutup, büyükçe bir yufka açıyoruz. Yufka açamayanlar, hazır yufka ile de yapabilirler.
 Derin ve yayvan bir cam kabı margarinle yağlayıp, yağın üzerine un serpiyor ve tek tek bademleri yerleştiriyoruz. Cam kabın içine de yufkayı seriyoruz.
Pişen pilavı, kaşıkla savurarak biraz soğutup, içine haşlanmış tavukları da ekliyor ve yufka kaplı cam kabın içerisine döküyoruz. Yufkayı pilavın üzerine iyice örtüp, bir tepsinin içine ters şekilde yerleştirip,  yemek saatine yakın, 250 derecede ısıtılmış fırında yarım saat pişiriyor ve servis tabağına çıkararak, servise hazır hale getiriyoruz.

Perde Pilavı evin bereketini temsil edermiş eski zamanlardan beri. Perde yuvanın kutsallığını, tavuk etleri yuvanın erkeğini, pirinçler yuvanın kadınını, bademler erkek çocukları, fıstıklar kız evlatları, üzümler ve tuz yuvanın tadını, tuzunu, karabiberler de yuvada karşılaşılan acıları simgelermiş.
Babaannem bu pilavı yaparken ya da yemek esnasında; ’’Yuvanızın kutsallığına, sırlarına sahip çıkın asla ortalığa yaymayın! Yuvanız, eşiniz ve yavrularınız sizin en kıymetli hazinenizdir, bunu sakın unutmayın!’’ derdi. Tabii yalnız biz kızlara değil, erkek torunlarına da aynı tembihlerde bulunurdu. Zaten bizim ailemizde hiçbir zaman kız ya da erkek ayrımı yapılmazdı. Bu ve bunun gibi yaptığı birbirinden lezzetli yemekleri ile sofraları şenlendirir, hem de yuvanın kutsallığını yemeklerine de yansıtırdı.

Tarif benden, hazırlaması sizden!
Eeee beyler, kolay gelsin!!!
Afiyet  şeker, sofralarınız şen ve bereketli olsun.


Ayşen Arslangiray Kura
08.03.2012/İzmir


3 Mart 2012 Cumartesi

Limonlu hava sahası!!!

http://blog.milliyet.com.tr/limonlu-hava-sahasi/Blog/?BlogNo=351786


Günlerden cumartesi. Pek bir telaştayım. Akşama yemekli misafir ağırlayacağım. Pür telaş, bir kıyamet, ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. İki ayağım bir pabuca girmiş bir haldeyim.
İki, üç gün önceden yemek listelerini hazırlamakla başladım işe. Zeytinyağlılar, salatalar, ara sıcaklar, ana yemek ve tatlılar. Tabii ki ilk önce, malzemeleri temin etmek gerek. Ver elini semt pazarı. Altını üstüne getirdim. Hele de otlar revaçta bu mevsim. Şimdi nispet yapmak gibi olmasın ama Ege’nin farkı bir başka. Yeşilin her bir türlüsü ile hem de tazecik, haşır neşir oluveriyor insan.
Neyse! Alışveriş, ilk hazırlıklar derken. En evvela,  zeytinyağlıları pişirdim bir gün önceden.  Hani zeytinyağlı yemekler dinlenince daha bir lezzetli oluyorlar ya, o bakımdan. 3. Cemre sırada ha düştü ha düşecek, Güneş de pırıl pırıl amma soğuk tüm haşmeti ile ilikleri bile dondurmakta! Doğal buzdolabı balkon, zaten zehir zemberek. Pişen yemekler birer birer balkona(balkon kapalı yalnız) dizildiler. Bu güne de salatalar ile ana yemekleri bıraktım. Sabah beri koşmaca, koşturmaca. Her bir sunulacak yemek hazırlandı, sıra geldi sofrayı hazırlamaya.
Üst sınıfa değil alt sınıfına bile dâhil olamadık ya sosyetenin! Yok, öyle altın yaldızlı, gümüş kaplamalı sofra takımları! Mütevazı tabaklar,( babaannemden kaldı valla antika)çatallar, kaşıklar, bardakları bembeyaz masa örtüsünün üstüne sıralamaya başladım.
Sofra düzeni ve süsüne pek bir dikkat ederim doğrusu. Sunduğum yemekler ne kadar leziz tatlar içerse de, göze de hitap etsinler görsellikleri ile değil mi?
Tam her şeyi hazırladım, düzenledim. Şu sofra düzenine bir kez de şöyle uzaktan bakayım dedim ki! Aaaa bir de ne göreyim?
Limon ağzında sigara, kurulmuş sofranın başköşesine!
-Hey!!! Ne arıyorsun bakayım orada? Diye sordum.
-Ne demek istiyorsun! Bensiz olur mu hiç bu sofra? Diye karşılık verdi umarsızca!
-Hah! Bir de sigara içiyorsun! Şimdi kül olacak, tertemiz masa örtüsü! Dedim, kızgınlıkla.
-Eee ne duruyorsun? Tabla ver o zaman!
-Hem öyle söylenip de durma! Şimdi, millet gelince zaten dumanlı hava sahası olacak burası! Bari ilk benim yaydığım mis limon kokusu sarsın ortalığı!
Kızayım mı? Güleyim mi? Bilemedim!
Tüm gece boyunca, inanın kaldı sofranın başköşesinde!
Arada bir de lafa karıştı ya! Hadi neyse!
Biliyor musunuz?
Salonu buram buram limon kokusu sardı, yemek süresince.
Ben de, gecenin bu vaktinde; tanıştırmak istedim, benim muzip limonu sizlerle de.
Akıllarda takıldı ise!
Neler vardı yemek listesinde?
Eh onu da yazarım bir ara sizlere, hem de tarifleri ile birlikte.
Ziyafet tadında, şenlikli ve sağlıklı olsun sofralarınız ille de ağız tadıyla ve de neşeyle.
Her daim kalın, sevgiyle.


Ayşen Arslangiray Kura
4.03.2012/İzmir


21 Şubat 2012 Salı

''Mırra''nın kaç yıl hatırı var?

http://blog.milliyet.com.tr/--mirra--nin-kac-yil-hatiri-var-/Blog/?BlogNo=348073


Belki kırk yıl, belki de daha fazla.

Kahve bahane aslında, önemli olan sahip olduğun dostluğu yitirmemektir ömür boyunca.

Mükellef bir sofrada, şahane lezzetlerle donanmış masadan; yemeklerimizi yedikten sonra salondaki koltuklara kurulmuştuk ki sohbetimize burada devam etmek niyetindeydik.

Ne harikaydı lezzetler, anlatamam şimdi! Söz aldım, tariflerin hepsini verecek ve ben bir bir sizlere yansıtmaya çalışacağım.

Bir elinde ibrik, bir elinde iki kulpsuz koni biçiminde fincanla beliriverdi önümde.

- Aaaa bende de var bu fincanlardan! Diye çığlığı basıverdim gayriihtiyarî.

- Peki, ne yaptın onları?

- Bilmem!! İlk evlendiğim yılda hediye gelmişti. Kimse itibar etmedi. Pek küçük bunlar, dediler. Unutuldular gitti dolabın kuytu bir köşesinde!

Hakikaten, ne oldular bilmiyorum! Çok uzun yıllar geçti aradan, en az 10 kez de ev taşıdık. Taşınma esnasında nerelere atıldılar, kayboldular bilmiyorum.

Elindeki ibrikten fincana o özel fincana bir iki yudumluk kahve damlatıp, içmem için sundu.

Acıydı. Köpüksüz, şekersiz ve buruk ama damakta iz bırakan bir tadı vardı. O da ne yabancı olmadığım ve çok sevdiğim bir koku ve tat geldi içim anında.

-Bunun içinde kakule var! Dedim.

-Nasıl bildin? Diye sordu. Şaşırma sırası bu kez ona gelmişti.

-Çok severim kakuleyi, her gün bir iki tane çiğnerim.

- Hadi kakuleyi tanıdın ama bilmediklerin vardır daha! Sakın fincanı sehpaya bırakma!

-Bu kez ben afalladım!

- Niye?

‘’Bu bizim yörede; Mardin ve Urfa yörelerinde özeldir. Mırra ikram etmek bile özel kişilere hastır. Geleneksel bir ikramımızdır.

Genelde, mangalda 6 ya da 7 saat süresince kaynatarak, damıtarak, dinlendirerek hazırlar ve sunarız.

Tabii buralarda uygulamada eksiklerimiz var ama ben iki cezvede kaynatıyor, cezveden cezveye tülbentten süzerek hazırlıyorum. Dinlendiriyor, kaynatıyorum. Arada sırada mutfağa gittikçe hazırladım.

Aslında; bizim oralarda, gümgüm adı verilen özel kapaklı cezvelerde pişirilir.

Her evde mırra pişirmek için özel imal edilmiş mangal, maşa, kürek, boy boy gümgümler, ibrikler ve cezveler vardır.

Mırra fincanları da özeldir ve konuklara sıra ile ikram edilir. Asla bu fincanlar tepsiye konulmaz. İkram edilen fincanı eline alan konuk, fincanı elinde çevirerek içer ve ev sahibine elden geri verir. Ev sahibi de diğer konuğa ikram eder.

Konuk, fincanı ev sahibine vermeyip de es keza yere bırakmaya kalkarsa eğer ceza olarak o fincanı altınla doldurmak zorundadır!

Mırra öyle her gün içtiğin kahveye benzemez. Hazırlaması, sunumu ve içimi çok özel bir şölendir.’’

İçtiğimiz mırranın eşliğinde, mırranın özelliklerini öğrendim, arkadaşımdan ve sizlere yansıtmaya çalıştım bu nadide kahvenin güzelliğini.

Mırra fincanını sehpaya bırakır mıyım hiç? Hele de altının tavan yaptığı bu günlerde!

Bu arada kaç fincan mırra içtiğimi de saymadım zira bir iki yudumda tükeniveriyordu fincandaki kahve.

Zaten konuk kâfi demedikçe de ikram devam edermiş.

Ve o muhteşem lezzetin tadı damağımda kaldı desem yalan söylememiş olurum.

Arkadaşıma bu özel şölen için teşekkür ederken, dostluğun, kıymet bilende yüceliğinin de sırrına eriştim sayesinde.

‘’Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı var’’ derler.

Gönül ne hissederse güzel eyler.

Sevgi, hoşgörü, vefa dostluğu baki eyler.

Saygı ve sevgiler.

Ayşen Arslangiray Kura

8.02.2012/İzmir